29 Aralık 2010 Çarşamba

Üst solunum yolu enfeksiyonu

Haftasonu Remzi'nin İş Güvenliği Uzmanlık Sınavını bahane edip 3 günlüğüne Ankaraya gidelim dedik. Bize de değişiklik olur diye düşündüm. Deniz de bende çok sıkılmıştık. Oğlumun üzerine atmayayım ama ben o kadar bunalmıştım ki en azından bir saç değişikliği yapar kendime gelirim dedim. Hem Deniz de anneanneler, teyzeler, dede "Abi" , dayıyı görür biraz coşar diye düşünmüştüm. Tüm düşündüklerim oldu olmasına ama sanırım son gece üşüttü Deniz Ankara'nın o soğuk havasından.
Pazar geldiğimizde hafif bir burukluk vardı. Pazartesi sabah uyandığında ise sesi kartlaşmış, nefes alması zorlanmış, gece bolca horlamıştı. Huysuzluk, ağlama maksimum olarak güne başladık. Yemek olayı hiç yok ne kahvaltı ne başka birşey sadece anne sütü ile saat 11'i buldu. Biraz da mecburen çünkü Yıldız hanım telefonu meşgule vermiş bizde sekreterine ulaşmak için saat 11'i beklemek zorunda kalmıştık. Saat 15.30'a randevulaştık.
Öğlen hastalıktan biraz da 12 gibi uyudu ve sonra dadadaaaannn Dr. Yıldız'ın yanındaydık. Öyle tek tek özenle anlattı ki sadete gelene kadar aman tanrım sanırım çok ağır bir hastalık napcazz bizz oldum. ÜSt solunum yolu enfeksiyonu olmuş ama kulağunda da bir matlık varmış, hastalık ciğerlere inmemiş aklımda kalanlar. Meğer o da ilk kez antibiyotik içecek Deniz'e hazırlık yapıyormuş. Böylece ilk antibiyotiğimiz olan Agumentin'i sabah akşam 5ml olarak yazdı ve verdi. Klasik her burun tıkanıklığına yazdığı özel ilacı ve serumfizyolojik, ateş içinde ibufen-calpol ikisilisinden yardım aalacaktık. Pazartesi ateş 38 civarı olduğu için çok takmadık ama calpol 1.5 kaşık aklımızın köşesine yazıldı.
Gece tabiki öksürük krizleri ve şampanya rengi balgamla bölündü. Derken salı günü hastalık pik noktasına uşalmıştı. Pazartesiyi 1 balgan 38 derece ateşle atlatan Deniz, Salıya 3 balgam 39'dan aşağı düşüremediğim ateş ve bol bol öksürük ağlama krizleri arası uykuyla tamamladı. Ilık su ile masajlar mı dersiniz hayvanlara havuz yapmak mı soyup gezdirmek mi hepsini denedim ama sonuç 39 yine 39. Toplasan tam gün 3 kaşık (tatlı kaşığı) pilav yedi. Emdi öksürdükçe emdi. Onun yerine sütüm olsun diye ben yedikçe yedim. Ne kadar geldiyse artık.. Hiç abartmıyorum normal süt bile tüm gün 20ml içtiyse içmiştir. Öğlen 11.30-12.10 arası küçük bir kestirme öğleden sonra 14.00-16.30 arası iyi bir uyku çekti ama öksürükten bayaga aralıklıydı uykuda...Akşam ikimizde yorgun bitap 9 civarı 3. 5ml antibiyotiğimizi alıp uyuduktan sonra gece 01-02 civarı ateşi düşmeye başladı.
Çarşamba yani bugün ateş yönünden 38.5'in üzerine çıkmayan bir ateş var. Bunun yanında yemek yememe olayımız ise devam ediyor. Emme de aynı hızla devam bugün az uyudu düne göre.. Ama birazdan tekrar denerim uyutmayı...
İşin kötü yanı bana öyle bir bağlandı ki bende bundan aşırı zevk alıyorum tabiki. Ağalayarak gelip boynuma sarılması beni öpmeleri aman tanrım nasıl tatlı bir melek... Yapışık yaşıyoruz 3 gündür üzüntüden ne yapacağımı şaşırıyorum bazen ama genelde soğuk kanlıyım. Milyonlarca kez öpüyorum ama sesini çıkartmıyor. Ayağını koklasam kızardı şimdi yedim ayaklarını... Şirinliği tutuyo ateşi arttıkça, ama açlıkta kafasına vuruyo çoğu zaman bi ağlıyo bi bana sarılıp öpüyo.. Duygular sel oldu ortalıkta uçuşuyoo.. Sürekli yanındayım kokusunu içime çekiyorum kokluyorum kokluyorum doyamıyorum. Keşke onun yerine ben hastalansaydım diyorum anneannemin benim için dediği gibi ama olmuyo..
Not: Bu yazı biraz da ilerdeki hastalıklardaki panik derecemizi azaltmak ve hatırlamamızı sağlamak. Kötü olan şeyler çabuk unutuluyor...

19 Aralık 2010 Pazar

Bu yazı anneme ve teyzeme

Deniz'in kilosu annem, babam ve teyzem için bir soru işareti. Kardeşimin ve kuzenimin bebekliği kilolu olduğu için şimdi Deniz'in kilosu onlara çok kritik geliyor. Açıkçası çevredeki diğer çocuklara baktığımda bende de aynı duygular zaman zaman oluşuyor ama doktorumuz ve Remzi bu konuda gayet rahat. Ben ve ailem biraz pimpirikli olduğumuzdandır belki de...
Ama bilim yanılmaz diyip ortalama büyüme eğrileri ile Deniz'inkin teknolojiyi de dikkate alıp excel'de çalıştım işte sonuçlar;
Burada kırmızı çizgi Deniz. Zaten sağdaki tabloda yüzdelik dilimlerde mevcut.
Sonuç neymiş Deniz'in boyu ortalamanın üzerinde , kilosu da  %25'de olduğu için zayıf görünüyomuş ama durumu iyiymiş. Tabii%50 benim de arzum ama napalım anne zayıf baba zayıf bazı şeyler genetik :)))

9 Aralık 2010 Perşembe

Bugünlerde Türkiye ve Biz

Canım oğlum bu yazım sana;
Sen bu yazıları, belki de adeta bir günlük edasıyla okuyacaksın. Bunu düşününce seni günümüzle yani senin yakın tarihinle de bilgilendirmek istiyorum.
12.2010 hayatımızdaki fiyatlar; mesela ekmeğim 1TL, benzinin 4 TL, asgari ücretin 648TL (162 litre yanı yaklaşık 3 depo benzin eder). Seninde tahmin edebileceğin gibi ekmek pahalı, benzinde dünya lideriyiz asgari ücret ile geçinmek mümkün değil. Başbakan Tayyip Erdoğan, Cumurbaşkanı Abdullah Gül.  YÖK hala var, KPSS sınav cevapları sınavdan önce verliyor. Tarkan Öp şarkısı ile başta benim olmak üzere günümüzün favorisi. Kitapta ise Hanefi Avcı'dan "Haliç'te yaşayan Simonlar".
Beni sorarsan ben Montessori yöntemi ile "Harika Çocuk Nasıl Yetiştirilir?" ve Cumhuriyet'i  (Turgut Özakman) okuyorum. Baban ise Ece Temelkurandan Muz Sesleri'ni okumakta. Gazete olarak şu sıra Radikal'i beğenerek okuyoruz.
Sen mi? sen müzik olarak music together fillute cd'sinden rocket you parçası ile oynak olan her tür şarkıyı seviyorsun. Hayvanların neredeyse hepsinin adını söyleyince taklit edebiliyorsun. Kitap olarak favorin "12 klasik hikaye" olan masal kitabındaki resimler. Tamir yapmaya bayılıyorsun tornavidaymış, matkapmış, çekiçmiş hastasısın. Haftasonu babanla beraber odana kitap rafı taktın hatta. Matkap çalışırken zevkten dört köşe "vuuvv vuuvv" diyordun.
Çok sosyalsin. Sabah akşam arkadaşlarınla o ev senin bu ev benim dolaşıyorsun. Duruşah, Sezin, Mert kankaların. Hafta içi hergün mutlaka görüşüyorsun. Memeyi uykudan uykuya hatırlıyorsun. Yemeklerle aran hiç fena değil, şirinlikte bir numarasın. Özellikle mimik hareketlerin çok şeker. Acı senin için ayrı bişey. Sıcak ve tadı kötü olan herşey acı... Kola, rakı, bira bunları görünce çıldırıyor " ACCIII, ACCIII" diye bağırıyorsun.
Hala geceleri yanımızda uyuyorsun. Arada gelip sarılıp öpüyorsun ya feleğim şaşıyor zevkten. (Bunu okurken beni öpmeyi, bana sarılmayı bıraktıysan "lütfen annecim tekrar başla"). Televizyon izlememene rağmen uzaktan kumandanın açma kapama düğmesine hakimsin, evdeki müzik setini (dvd player) süper kullanıyorsun. (müzik setini açıp müziği başlatabiliyorsun hemde sanırım yaz sonundan beri yapıyorsun bunu)... Kelimeleri daha rahat taklit ediyor, daha çok konuşuyorsun ama hala cümle kurmuyorsun.
Yürüme süper, annene çekmişsin biraz sakarsın ama olsun :). Tip ve yüz mimiklerin ise aynı baban. Sanırım kopyalasak bu kadar olurdu. Uykun gelince ayrı bir şirin ve neşeli oluyorsun. En sevdiğin oyun birinin köpek olup seni kovalaması ya da takildinin yapılması...
Kısaca çook ama çook şirinsin. Baban ve bende senin en büyük hayranlarınız seni çook ama çook seviyoruz.

7 Aralık 2010 Salı

Kalabalık aile

Yazılarıma genelde ben küçükken diye başlıyorum ve yine öyle başlayacağım. Ben küçükken hep çok kalabalık olsun ev boşalmasın isterdim.
Kalabalık aileyi severim. Anneanne kavramı benim için çok farklıdır. Anne başka birşey ama anneanne demek koşulsuz her istediği yapan bir nevi melek, hatta melek benim için. Dolayısı ile her tatilde anneannem, dedem, teyzelerim, dayım yanımda olsun ya da ben mutlaka yanlarında olayım isterdim.Hala tatillerde anneanneme giderim. Anneannemin yanına gidince bu kalabalıkta bana yetmez sokaktan ne kadar arkadaşım varsa  eve toplardım. Tek torundum, 6 yıl öyle kaldım. Malesef kuzen olmadığı için genelde büyüklerle oynayan yalnız bir çocuktum. Tabii o zamanki en iyi kreşlere, anaokullarına gittim ama ne kardeş ne kuzen bilmeden okul çağına geldim. Şimdi oğluma bakıyorum,  hafta için anne, Mine ve baba ile geçerken, haftasonları kalabalık arkadaşlı ortamlara daldırıyoruz Deniz'i. Hafta içi sitedeki arkadaşları ile de oynuyor tabii.
Siteden 4-5 arkadaşı, Music Togetherdan arkadaşları, arkadaş bebişleri derken çok çocuk görüyor Deniz. Ama kuzen farklı. Deniz için değil de onlar için farklı. Çocuk duyguları, hisleri ile düşündüğünü daha çabuk faliyete geçiriyor bizlere göre. Haftasonları bir gün gittiğimiz ya da bize gelen İpek-Kerem (Deniz'in kuzenleri) çocukluktan abla-abiliğe geçiyor ve ona sahip çıkıyorlar. Çok enterasan Deniz beni öpmedi diye ağlıyor en sevdiği oyuncaklarını eline veriyorlar. Bilgisayarın başında çizgifilm izlerken ona sarılıyor, yemek yesin diye şaklabanlık yapıyorlar. Bu anlattığım çocuklar 15 yaşında değil sadece 5 yaşındalar. Koşulsuz bir sevgi ile seviyorlar Deniz'i. Tabbi onlarda çocuklar bazen ipin ucu kaçıyor ama ortamdaki duygu seline kapılmamak çoğu zaman elde olmuyor. Aynı durum bayramda Zeynep ve Hazalla da yaşandı. Deniz Hazal'a bayıldı. Hala arabada emniyet kemerini Hazal takmanı istiyor diye taktırıyorum mesela.
Bayramda bir gece bizde kalan Hazal'ı sabah Deniz gördüğünde mutluluğunu kelimelerle ifade edemem... Sevinçten eli ayağına girdi bebişimin, biz bu duyguları yaşarken Zeynep bende Denizle kalmak istiyorum diye ağlamış.

Erdem-Ayşenlere gittiğimizde de aynı olaylar yaşanıyor. Deniz'e en güzel oyuncaklar verilip en baba misafirden daha süper ağırlanıyor. Nisanla Güney Denize resim yaptırmaya, oyuncaklarını vermeye başlıyorlar.
Kan çekiyor diyorlar ya çekiyor kan gerçekten :)Aile olmak büyük aile olmak bu demek galiba...

29 Kasım 2010 Pazartesi

Gelişiyoruz beraberce

Deniz neredeyse 20 aylık oldu. Sürekli bir takip, koşturmaca, aman şunu yapalım buna bakalım, şunu örnek alalım, bu teknik süper durumu yaşıyorum.
Mesela Gelişim takipimizinde ilk aylarında 1 ay erken doğum olduğu için hep alt limitlerde dolaşırken kısa bir sürede boyda üst limite ulaşmıştık... Şimdi ise ortalamalara kadar düştük. Aman tanrım, anne olarak al bunu tak kafana, üzül...
Kronolojik sırayla gidersek geç döndü Deniz, ortalama emekledi ama bayağa erken yürüdü. 9 aylıktı 3-4 adım tek başına rahatlıkla atıyordu. Övündüm mutlu oldum.
Yemek konusunda hep geriydi hala geri... Artık kanamaktan kan kalmadı yarada. Bu üzüntü o kadar sarmaladıki beni, tatilde evde kalalım da oğlumuza yemek yedirelim, tatili yaşadık resmen.
Uyku derseniz ben çok sistematik davrandım hep akşam 7 de evde oldum yedirdim yıkadım uyuttum. Hep aynı saatte hep karanlıkta ve malesef memeyle.. Gündüz işe öğle uykusuna yatırmadan çıkmıyorum. Uyusunda büyüsün istiyorum...
Konuşma nasıl bişedir? nasıl başlar? çocuk ne zaman konuşur? cümle ne zaman kurar? ne yapmak lazım bunun için bilmiyorum ama bolca konuşuyoruz Denizle tek tek anlatıyoruz herşeyi elimizden geldiğince. Kitap okuyor, masallar yazıyoruz. Şu an hala cümle kuramıyor ama derdini anlatıyor, anne, baba, mine, aç, kalk, kapa, koy, ver, mama, meme, araba, bebiş, çocuk, dede, ot (otur), ayı, lale, acı, kalk, kol, ayı, arı, gel, süt, men (ben), et  hatırlayabidiğim söylediği kelimeler... Gel görki yetmiyor insana, daha çok söylesin, daha çok konuşsun istiyosun.. Oysa ki yakın çevremizdeki çocukların küçüklüklerinden hatırladığım kadarıya hiçte fena değil Deniz...
Aktivite olayına gelince işte orada zayıfız, music together olmasa yaptığımız özel birşey neredeyse hiç yok, Montessori konusunda da zayıfız henüz, Denizle beraber kutular yapalım onları ana renklere boyuyalım içine farklı şeyler yerleştireyim dedim bakın hala diyorum :) Arada beraber resim yapıyoruz işte hepsi bu...
TV hala izlemiyoruz, haftada 1-2,  yarım saat calliou izliyoruz sadece. Ben sevmiyorum televizyonu o da sevsin Televizyon delisi olsun istemiyorum. Tek iyi olduğumuz konu kitap okumak. Ben de Remzi de Hatta Mine (münevver ablaya artık mine diyoruz kısa ve öz ) sürekli kitap okuyoruz. Kitapları Deniz seçip getiriyor. Bizde bazen okuyoruz bazen resimlere göre hikaye uyduruyoruz...
Yetmiyor bunlar benim iç sesim hep "Başak daha çok etkinlik daha çok Deniz olmuyoorr" diyor. Nasıl yeticem oğluma bunuda bilmiyorum.

23 Kasım 2010 Salı

Uyumak - uyutmak

Küçükken bazen kardeşimi uyuturdum; hatırlıyorum da uyusun diye gözlerimi kapar, içimden ikiyüze kadar sayardım. Uyursa süper mutlu kalkar, uyumazsa haydi baştan... Ama kardeşimi öğle uykusuna haftada bir bilemedim ayda iki ben yatırırdım. Şimdi büyüdüm anne oldum. Deniz'i öğlen ve akşam olmak üzere günde iki kere ben yatırıyorum. Önce biraz öpüyor, kokluyor sonra ses çıkarmadan emmesini bu vesile ile de uyumasını bekliyorum. Bu bekleyişin iki saate kadar çıktığını çok bilirim. İki yüze kadar saymak nerde, iki saat nerede di mi :)
Bazen bu durumdan Remzi'ye serzenişte bulunurum, çok zor diye... Bayram tatilini fırsat bilen Remzi, bir akşam Deniz'i kucağına aldı, oturdu sallanan koltuğa, açtı dönenceyi uyuttu Deniz'i. Tabii önce bir saat ben emzirmiştim ama başardı işte. Koydu yatağına geldi yanıma. Başta çok sevindim.
On dokuz aydır sürekli uyut Başak uyut. Aman yeterince uyusun diye akşam 8 evde ol, gece dışarı çıkama, evde ses yapama, telefonların sesini kıs, evde hayalet ol. Gündüz uyutmadan işe gitme. Az uyursa kendini suçla. Sonuç olarak dile kolay on dokuz ay uyku başkanlığımı, bu işin stresini artık Remzi ile paylaşabilirdim.
Öyle olmadı işte; ertesi akşam gücüme gitti. Koynuma almak istedim oğlumu, bana bağımlılığını meme ile uyumasını özledim. "Annö" diye bana seslenmesi, saçımla oynamasını, onun kokusunu içime çekerek boş boş düşünmeyi istedim.
Bir hışım giitm Remzi'den aldım. Bahanem sallayarak uyutuyosun oldu. Dayanamadım kıskandım. Ben zorluklarını bile çok seviyorum bu veledim.

Not: Bu olaydan sonra Deniz'in burnu tıkandı. Hem emip- hem nefes alamıyor. Dolayısı ile memede uyuyamıyor. Önce emiyor sonra sarılıp yatıyoruz. Keyif on kat arttı yani.. Birde kendi uyumayı öğrenmeye başladı ki bu vesileyle değmeyin keyfime.

11 Kasım 2010 Perşembe

Poland

Polonya seyahati nedeniyle okuyamadığım sevgilimin yazısını okurkene gözüm katkıda bulunanlara kaydı ve biraz kendimden utanarak okun yeni kayıta doğru gittiğini gördüm.


Daha öncede seyahatler, ayrılıklar oldu ama bu sefer karşımızda ufakta olsa konuşabilen bir şahıs olduğu için daha zor oldu. Arka arkaya 5 kere baba demesi insanın derininde bir yerine iğne batırıyor ve o acı bir anda bütün vücüda yayılıp, göz gibi uygun bir yer bulursa da kendini dışarı atabiliyor. Yok ağlamadım ama gerçekten çok özledim, hatta kimi zaman telefonda da çok konuşmak istemedim, bu özlem sadece bende kalsın diye, küçük Deniz oğlan hatırlamasın diye.

Çocuk sahibi olunca çocuklara bakış açında da bir değişim oluyor. Mesela Varşova havaalanında gördüğüm sarışın mavi gözlü çocuk Deniz'e hiç benzemiyordu ama o havalanındaki sallanan ata binerken, uçakta koltuğa tırmanırken hiç bir farkı yoktu Deniz'den. Renk,din,ırk ve kültür olarak tamamen farklı olan bir çocukta kendi çocuğumu görüyordum. Bu özlemden öte çocuk sahibi bir kişi olarak dünyaya daha değişik bir gözle bakmamın sebebiydi.



Eve geldiğimde tam beklediğim gibi beni sallamayıp bavuluma atlaması, annesinin bak baba sana ne almış diye gösterdiği cicilerini kenara atıp, bavulun içini karıştırdığında traş makinamı bulup yatana kadar onunla oynaması, işte yine güzel ve sevgili aileme kavuştum hissini bende oluşturmaya yetti de arttı. Huzurla uyudum o gece...


3 Kasım 2010 Çarşamba

Bebek - Çocuk Kitapları

Düzenli takip ettiğim acaba bugün bişey yazmış mı yazmışsa ne yazmış diye merakla okuduğum bloglar var. Bunlardan biri deryaze (başka hamile) . Günlük gazete gibi hergün mutlaka bakarım. Bu sabah birde baktım ki bir mim talebi gelmiş bende mimlenmişim :). Çook ama çok heyecanlandım. O heyecanla işte cevaplar:

1. Boncuğunuza kitap seçerken en önem verdiğiniz kriterler nelerdir?

Yaş itibarıyla (1,5) en çok resimlerine dikkat ediyorum. Oğlumun şimdiden bir tarzı oluştu. Genelde içinde hayvan resimleri olan renkli kitapları seviyor. Bir de Deniz kitapta yazandan çok kitabı okuyanın kurgusunu sevdiği için kurguya açık kitaplarla daha çok zaman geçirebiliyoruz.
Bu nedenle içindeki resimler, yaşına uygun olup olmaması, kitabın kurgusu ön planda olurken babamızın isteği üzerine de fiyata da bakılıp uygun olanlar seçiliyor.
Not: Son iki kitap alışımda Denizle bir kitapçıya gidip onu masaya oturttum ve çeşitli kitaplar içinden en çok ilgisini çekeni aldım. Sanki kitap kararlarını kendi verebiliyor. :)

2. Bir kitabın kapak tasarımı sizi cezbeder mi?


Elimde değil şekilciyim biraz galiba ama evet kitabın tasarımı, kitabın kartonundan kağıt kalitesine hepsine bakarım.
İşin ilginci Deniz'de eline kitabı alınca uzunca bir süre kitabın kapağına bakıp sorular soruyor.

3. Çocuk kitaplarının didaktik yaklaşımını nasıl buluyorsunuz?


O tarz kitaplardan şimdiye kadar almadım. Zaten yaş olarakta hikayeden çıkan ders neydi cevabı için küçük biraz Deniz. İlla mesaj verme kaygım yok ama okurken birşeyler öğrenmesini de isterim.
Ammmaaaa Deniz'e bu el bu ayak tarzı öğretici yayın yapan bir dergi alıyorum " Adım-adım "diye. Aylık bir dergi bu çocuğunuzun ayına göre o ay yapması gereken etkinlikleri anlatıyor. Bazı sayfaları eğlenceli de oluyor. Uygulamalarını yapıyoruz beraber. Bazı sayfalar ise çok ters geliyor bana ama sonuçta öğretici dergi statüsüne sokabiliriz.
Kısaca aman bu didaktik ben almayayım diye bir yaklaşımım yok.

4. Çocuk kitaplarındaki resimler nasıl olmalı sizce? Hikayesini beğendiğiniz bir kitabı illüstrasyonlarından dolayı almamazlık ediyor musunuz ya da tam tersi oluyor mu? Hikayesi uyduruk olan bir kitabı grafiklerine aşık olarak aldığınız oldu mu? Grafiklerde aradığınız temel özellikler var mı? Varsa nedir?


Yaş itibarı ile bizde şu ara görsellik ön planda. O nedenle konu bizim yarattığımız konu önemli olan şekiller, resimler...
Hayal gücümü canlandıran, renkli, anlaşılır resmedilmiş, kağıt kalitesi, boya kalitesi düzgün, çizimler açık ve net, yaratıcı ise biz alırız.
Ben bir sayfadan ne kadar hikaye çıkarabilirsem o kitap o kadar cezbeder beni.

5. Çocuğunuzun şu anda en sevdiği 3 kitap hangileri? Bu kitapların bir ortak yönü var mı?


1- Zogi (ilk kendi seçtiği kitap) alırken beğendim alıyorum ama napcak acaba bunu dedim. Şimdi sanırım her sayfadan yarım saatlik hikayeler yazabildiğimiz şahane bir eser olarak bakıyoruz. Her ne kadar içinde yazanla Deniz pek ilgilenmese de çok kafiyeli ve eğlenceli bir dili var ailecek çok seviyoruz. (biz bu yazar ve bu çizerin diğer kitaplarını da aldık ve onları da ççoookk seviyoruzzz)

2- Oniki klasik hikaye resimleri harika hayvanları, insanlar o kadar güzel çizilmiş ki... Ben masallara da bayılırım zaten Deniz'e hergün birini anlatıyorum. Okumuyorum anlatıyorum ama bu önemli yazım dili o kadar kötü, masallar da bilinenden biraz farklı. Bu kadar güzel çizime bu kadar kötü yazım ne diyim neyseki hayal gücümüz kuvvetli...

3- Neşeli sesler, hayvanlara hastayız birde onların seslerini çıkaran bir kitap olunca deymeyin keyfimize. Her gelen misafire tek tek sayfalar açılır hayvan bulunur ve taklit edilir. Zevkle bakıyoruz bu kitaba...

6. Bir çocuk kitabı yazsanız hangi temayı işlemeyi düşünürdünüz, ya da temasız öyle bir masal mı uydururdunuz?


Ben küçükken kitaptaki iyi masal kahramanı ben olayım isterdim pamuk prenseste, kül kediside, kırmızı başlıklı kızda. Babamda masalları hep bana uyarlardı çok ama çok zevkle dinlerdim. Sanki becerebilsem herkesin ana karakteri kendisi olarak okumasını sağlayan komik neşeli bir masal yazardım.
İçine bolca tavşan serpiştirirdim ki Deniz okurken kulak yapabilsin diye... Bir iki yavru kedi koyardım ki Deniz onlara bakıp gözlerini kısıp kedi taklidi yapsın diye... Belki bir kaçta ot çizerdim böylece o muhteşem sesiyle "anne ot" diyebilsin diye.
Özetle çocuk kitaplarını Deniz'le  öğrendim. Beraber onun zevkine göre mini bir kütüpane oluşturmaya başladık. Benim için öncelik Deniz'e kitap okumayı sevdirmek, e bunun yanında birşeyler öğrenirse de hayır demem.

Bende, benden çok daha tecrübeli anne-baba ikilisi ayşen-erdem'i mimlemek isterim. Duru'nun annesi Defneyi ve  Can Ali'nin Annesi Nihan'ı mimliyorummmm....

Bir de bir de sevgili kocam ne zamandır yazmıyor, onu da mimleyeyim. O ne yazarsa kabulüm illa kitap yazmasa da olur. :)

26 Ekim 2010 Salı

Emmek emzirmek

Bu konu hakkında uzun süredir hep yazmak istedim ve şimdi yazıyorum... Bakınız emzirme reformu gerekli



Ben annesütü - Remzi mama ile büyümüş iki ebeveyin olarak kendi aramızda hiç bu konuya değinmesekte Deniz'in sadece annesütü ile büyümesi ortak kararımızdı diyebilirim. Burada emzirmek işlemini ben yapacağım için belki kararın büyük kısmı bana kalmalıydı ama karar merci olarak biz Deniz'i seçtik. Deniz emme konusunda doğduğundan beri ısrarcıydı.

İlk haftamızı Deniz'in emdiğini sanarak (tecrübesizlik) geçirdik. Öyle memeyi kavrıyor ve yutkunma sesleri çıkarıyordu ki bu ona yeter sanıyordum. Oysaki yeterli ememiyormuş. Bunu önce kilo almayışından sonra da topuk testi hatalı çıkınca net olarak anladık. (ne zor günlerdi topuk testi kötü, deniz yenidoğan sarılığı 7 gün yeni sonuçlar gelene kadar ağladım) Bunun üzerine ben emzirmeye, arkasından Deniz'e minik bir plastik kaşıkla 30cc sağılmış annesütü vermeye başladık. Böylece Deniz usul usul kilo almaya başladı. 2. haftadan 5. haftaya kadar neredeyse hep bu şekilde beslendi. Kendini biraz topladıktan sonra ise kaşıkla vermeyi kestik o da  memeye asıldı. Abartmıyorum gündüzleri belki 4 saatim sadece emzirerek geçti. O zamanlar bu durum için "off" çeken ben, şimdi o günleri inanılmaz özlüyorum.

Malesef 3. ayımızın sonunda işe başladım. Ben part-time  olarak haftada 2-3 gün, yarım gün ofiste işleri topluyor, sonra evde tamamlıyordum. Bu süre zarfında, Deniz'in bir öğününü hep kaçırdım. O öğün için işte süt sağmalar, kaşık biberonlar kısacası hummalı çalışmalar başladı. Sağolsun ilk 6 ay yanımda olan annem Denizle ilgileniyordu. Ne olursa olsun işten eve koşa koşa gelen ben eve gelir gelmiz Deniz'i emziriyor sarıp sarmalıyordum.

6. ayın sonunda ek gıda ile tanışan oğlum, annesütünü ek gıdaya tercih etsede, ikili olarak hayatını devam ettirmeyi kısa sürede öğrendi. Bu arada Deniz, Münevver Teyzesi ile iyice kaynaşıp, anneanneyi de evine uğurladı. Gönül isterdi tabii yavruşuma anneannesi - babaannesi baksın ama olmadı. Anne sütü bağımlılığımız günde 8 öğünden artık 6 öğüne düşmüştü. Ben emzirmeye ve sağmaya full time devam ederken, Deniz'de aynı gayreti emme konusunda göstermeye devam etti. Kahvaltılarımız bile 6-14 ay arası anne sütü ile hazırlandı. Yoğurt yapmayı da denedim ama bir sefer başarısız olunca sütümü daha fazla ziyan edemedim ve bu sevdamdan vazgeçtim.

7.-8. aylarıydı bir memeden vazgeçme eğilimi içine girdi ki çok zor bir hafta yaşadık. Psikolojik olarak bırakılmaya hazır değildim daha. Büyük bir savaş verdim. Maksimum sütüm olsun diye, yeni başladığım diyete-spora ara verdim. Banyodan yatağa hep iç içe hep koyun koyuna olduk o hafta. Daha çok süt sağdım, sütüm azalmışsa diye moralimi yüksek tutmaya çalıştım. Derken bizim bağımsızlık için savaşan oğlumuz annesini dinledi ve ta taaaaa bağımlı haline döndü.

Uyku düzeni içinde önemli oldu emmek. Deniz ilk 9 ay kendi uykuya dalabiliyor yatağında kendi uyuyordu. Ayaklanması ile bu özelliğinden vazgeçti ve geceleri sadece meme ile yatar oldu. O gün bugündür geceleri en az 3, hatta bazen 6-7 kere kalkıyor, emip tekrar uyuyor. Issırmala ise ilk üst dişler çıktığında kendini gösterdi başta çok acı çektim ama Deniz çok çabuk kavradı diş olayının bana ıstırap verdiğini bilinçli hiç ama uykuya dalmadan önce bir süre ıssırdı. O acı tarif edilemez sanırım ama dayanıyor insan bebişi için. Bir süre sonra da alışıyor insan zaten.

Hala zevkle emmesi bir yana, bazen krizi tutup herkesin içinde "anne meme anne meme meme meme meme" diye bağırıyor. Gömleğimi çekiyor, alttan açmaya çalışıyor. Emme-emzirme anne-çocuk arasında enterasan bir bağ, ben böyle bir deneyimin eşi benzeri olduğunu düşünmüyorum. Birbirinizin gözünün içine baka baka herşeyinizi paylaşıyorsunuz. Büyük bir emek söz konusu iki taraf içinde biri bazen acı içinde de olsa emzirmek derdinde, diğeri damla damla da gelse emmek.

Diyeceğim o ki emzirmeye ve emmeye devam... Nereye kadar mı? Bence gittiği yere kadar, babaca 2 yaşına kadar.

19 Ekim 2010 Salı

Baba

Anne olmak konusunda, hamile kalmadan önce bile "ben anne olabilir miyim?" diye tereddütlerim varken baba olmak konusunda, Remzi'ye hep güvendim. Şimdi bile kendimi vasat bir anne olarak tanımlarken Remzi'yi mükemmel bir baba olarak tanımlayabilirim.

Deniz oğlan, bu satırlar sana (!), ilerde "babamla bebekken ilişkim nasıldı" dersen, bu yazıyı oku.

Remzi, Hamilelik döneminden ahçılığımdan, soförlüğüme, doktorluğumdan, spor hocalığıma hepsini üstlenmişti. Doktora her gidişimde yanımda geldi, ultrasondan oğlunu tanımaya çalıştı. Çalışmadığı zamanlarda işe bıraktı - işten aldı. Hergün ceviz,fındık, kayısı vs yani beslenme çantamı hazırladı. Deniz zeki olsun diye balıklar yaptı. Sabahları taze meyve suyumu sıktı. Mutfaktan uzunca bir süre koku nedeni ile tiksindiğimden yemekleri yaptı. Ammaaa suyum erken geldiğinde yarım saat şoktan hiçbişey yapamadı. :) O panik sözcüklerle anlatılamaz. Bu kadar tatlı bir baba adayı daha olmazdı. Ben sakince valizimi hazırlarken, söylediklerimi anlamak bir yana, el ayak karışmış şok durumunda Remzi gezindi etrafta.

İlk zamanlar biraz mesafeliydi Remzi. Korktum "aman" dedim. Deniz'in 40'ının çıktığı zamanlar bir haftasonu fena ateşlendim. Deniz inanılmaz ağlıyor, ben ateşten tir tir titriyorum, ne yapacağını şaşırdı panikten. "Önce sen, önce sen" diyip, üzerime kalın kıyafetler eldiven felan getirdi. Ben biraz ısınınca Deniz'e süt verebildim. Böylece sorunun da ilk kriz anı çözüldü. Akşamları gaz sancılarında kucağında gazını çıkarttı. Altını değiştirdi. Her haftasonu hava soğuyana kadar orman havası alsın diye onu ormanda 3-4 saat dolaştırdı uyuttu. Organik pazar alışverişlerimizi yaptı. Sonra; önce senler, kendiliğinden zamanla önce Deniz'e döndü.
Zaman geçtikçe paylaşım arttı, Deniz'de babaya daha çok bağlandı. Hem baba, hem oyun arkadaşı oldu.

Akşam koşa koşa eve gelen Remzi ellerini yıkar yıkamaz Deniz'i alıyor, Deniz yatana kadar oyunundan, masalına, yemeğinden, bezine aklınıza ne gelirse yapıyor. Ve de o kadar iyi beceriyor ki Deniz tüm gün "baba baba" diye dolaşıyor. Hiç kızmadı Deniz'e Remzi, hiç bağırmadı. Hiç sıkılmadı Deniz'den. Bunalıp yeter demedi.  Aksine hep sevdi, sevgisini gösterdi.

Bu nedenle biz her akşam camda Remzi'yi dört gözle bekliyoruz. Gelince sevinçten elimiz ayağımıza dolanıyor.

11 Ekim 2010 Pazartesi

Deniz 1,5 yaşında

Olleyyy,
Deniz 1,5 yaşında oldu.. Çeşitli sorunlardan bloga giremedim yazamadım geç oldu ama 1,5 yaşın heyecanını bloga da yansıtmalı artık değil mi???


 Deniz'den;
04.04.2009'da dayanamayıp 1 ay erken doğdum.
3 aya yakın yenidoğan sarılığı olarak bir rekora koştum. Bir gece hastanede bile kaldım.
3. ayın sonunda annem işe başladı ama annem part time çalıştığı için pek kurtulamadım pazartesi çarşamba, cuma 3 saat ayrı kaldım sadece off offf...
Gece-gündüz olayını 40'ımda çözdüm.
Ödül olarak Babaanneme gittim. Aman Allahım amcamdan, kuzenlere, babaanneden, dedeye, kuzenler hepsi beni kutladı. Gce-gündzün mühim olduğunu o zaman öğrendim.
6 ay sadece anne sütü aldım. Annem memeden, anneannem kaşıkla annemin sağdığını verdi. Annem için yemek zevk, benim için sadece ihtiyaç. Ahh anne ahh şu farkı bir anlasan sende benim gibi fit olursun ama nerde.. Homini de gırtlaksın.
3 ay 8 günlükken sünnet oldum.. O günleri hatırlatmayın ama çok zor geçti.
Keyfim 6 ay yerindeydi. Pek hareket etmedim. Ama annem bu rahat bırakır mı hadi dön ne zaman döneceksin dedi mecbur 5. ayda (anneme göre geç) döndüm. 6. ayda da oturtmaya başladı. Ya kardeşim bi daha ne zaman yan gelip yatıcam ya!!!
Annemin istekleri bitmedi haydi emekle dedi. 12.12.2009'da emekledim. Baktım babamda bu konuda ısrarlı kıramadım.
Annem ikide bir "2" diyor sanırım bu bir şifre bende söyledim ama bişey olmadı. Aha da diyorum "ikiiii" (10.12.2009)
Beni artık salak sanıyorlar erken yürüyeyim de kapasitemi görsünler dedim. 27.12.2009 sıraladım. tam yürüyüşe geçme tarihim 28.01.2010 artık bildiğin yürüyorum.
30.01.2010 sonunda diş hediğimi yaptılar. Ya benim dişim 12.11.2009 da çıktı anne bu ne tembellik?????
Show dünyasına ilk adımlarımı lamba, saat göstererek yapıyorum millet mest. Televizyoncu mu olsam ne yapsam ne yapsam evde sevinç çığlıkları yükseliyor. İyi showmen olur benden.31.01.2010
Sardı beni showmanlik biraz da müzik kısmında geliştirdim kendimi anneannemi'de show girl yapıcam yaşı biraz ileri ama tonu tutturdu. O söyleyince daha çabuk ısınıyorum. Tin tin tini mini hanım hadi eller havaya. 26.02.2010
Yawww bir yaşına geldik aldı bizi bi düşünce uykusuzum geceleri
Fransız fransız geziyodum babam saçlarımı kıskandı traş oldum. Tüm havam gitti. Büyüyünce bunun hesabı sorulacak. 13.04.2010
İlk tatil 23.04.2010 antalya.. Deniz, kum, güneş kızlar ooo süperr.. Tatil olayına kanım çabuk kaynadı.

Anne anne biyere kadar biraz da parka takılalım değil mi 05.2010 (annem günlük tutmayı bıraktı net tarihler artık yok!!!)
Al-ver, baba, tik tak, iki , gel bunları söyleyince annem mest oluyo.. Dikkatinizi çekerim henüz anne demiyorum. 05.2010
Artık anne diyeyim kadının hayatı bitti.. Bababababa bi yere kadar :)
Annem benle berbercilik oynuyo sandım ki yanılmışım beni traş etti. Bunlar karı-koca saçlarıma takıklar uff ufff.
Doğduğumdan beri havanın güzel olduğu her haftasonu Hidiv kasrına gittim. Sanırım showman'lik bizimkileri sarmadı Mısır Valisi olmam isteniyor. Ya bürokrasi bana göre değilll biri babama bunu söylesin.
Annem düzenim konusunda çok ısrarlı sabah aynı saatte kalkıyorum, yemek aynı saat, uyku aynı saatte. Ne yalan söyleyeyim annemin en çok bu özelliğini seviyorum, babam biraz gevşek bu konuda ama.
Aktivite kadını annem. Neymiş beraber müzik yapacakmışız. Music Together... Off off ...
Geceleri annemle yatmayı seviyorum . Uykudan önce mutlaka banyo yapaım prensip. Dişlerimi de günde 10 kere fırçalıyorum mesela...
1,5 yaşındayım artık daha özgürüm kolaysa istediğimi yapmasınlar basarım çığlığı hele bir de istediğimi vermesinler ağlarım hemen. 
1,5 yaşındayım ve bu evin reisi benim.

3 Ekim 2010 Pazar

Music Together 2

Müzik Aşkınnnaaaa,
Bütün hafta akşamları 10-15 dakika deste verilen müzik cd ile oyunlar oynadık şarkılar söyledik, tempolar tutuk veeee sonunda 2. Music Together dersimize bu cumartesi gittik. Biraz geç olsa da derse yetiştik.. Bu sefer Deniz süper uyumlu tempolar tutuluyor, oyuncakları zamanında alıp zamanında bırakıyordu... Dinlenme şarkısında bile geldi kucağıma yattı inanamadım.
Oğluşum hergün yeni birşey öğreniyor gelişiyor. Bu, o kadar çabuk ama belirgin oluyor ki her seferinde farklı bir şok yaşıyorum. Remzi ile yan yanaysak göz göze gelip sevincimizi - şaşkınlığımızı paylaşıyoruz...
Müziğin olumlu etkisini bu hafta çok net gördük. Biz aslında Deniz'e doğduğundan beri lullababies şarkılarını hergün dinletiyoruz, bunun yanında, baby mozart, bach, beetoven, radyo ya da adım-adım serimizin müziklerini de. Televizyon izlemediğimiz için evde müzik sürekli açık... Fakat uyum, tempo, grup müziği, paylaşmak bunlar bu derste olan ve evdede uygulamaya özen gösterdiğimiz noktalardı. Derste evdeki çalışmalarımızın meyvelerini de topladık elbette...
Denizle aktivite yapmaya bayılıyorum... Her yaptığımdan yeni birşeyler öğrenmesi beni şaşkına çevirmesi beni mest ediyor. Bir de Remzi varsa işin içinde eğlence de ekleniyo ki deymeyin aktivitenin keyfine.

30 Eylül 2010 Perşembe

Music Together

Hep beraber müzik yapalım coşalım. Oğlum müzikle büyüsün bir Mozart, Bethoveen, Bach, Vivaldi olmadı Sting olsun istedim. Araştırdım, aradım, taradım Music Together'ı buldum. Önce yaz grubuna katılalım dedim ama tatiller, benim iş yoğunluğum derken sonbahar döneminde ailecek tanıştık Music Together'la. Adından da anlaşılacağı gibi ailece hatta, grupca müzik yapıyoruz, şarkı söylüyoruz, dans ediyoruz, ritim tutuyoruz, enterasan vurmalılar, ziller ne bulursak çalıyoruz. Kısacası müziğin tadını çıkarıyoruz. Amaç Deniz'e müziği sevdirmek, ritim duygusunu geliştirmek, ailece bir etkinlik yapmak. İlk ders geçen cumartesi başladı. Öğretmenimiz Yapıncak Hanım çok tatlı, gelen aileler şeker, ortam bal... Kısacası tadından yenmez bir ders.
Deniz bir-iki dakikalık bir yaban hayatından sonra, dersin olduğu ofisteki odaları bir kolaçan etti. Giyinme odasında (derse çanta, cep telefonu, ayakkabı yok onlar giyinme odasında bırakılıyor) bir iki dakika takıldıktan sonra, yan odadaki cevher olarak resim paletini buldu. Paleti görür görmez aklına parmak boyaları geldi ve ısrarla paleti istedi. Binbir çaba ile odadan çıkardık, o arada yan odaya ofis kısmına bir dalış yaptı. Burada dişine göre birşey bulamadı.

Derken ders başladı geçtik salona. İlk şarkılarda kucağımda ritim tuttu, alkış yaptı, çıngırak salladı. Diğer çocukları ve ebeveynleri izledi. Tahmin ediyorum 20. dak. civarı "ehh" dedi dersten koptu. Sonra Deniz'i yakalayabilene aşk olsun. Selin'in (arkadaş) tokasını aldı vermedi, derken bir tane priz buldu "cızz cızz" diye diye bağırdı.Baktım  Kerem'in babasını dürtüp "cızz cızz " diyor. Bende Remziyi dürttüm o an. Ara bilgi, derste çocuklar serbest ve ebeveyn-çocuk arası konuşma yok. Zaten Remzi şarkılara eşlik edip çoşmakta. Ben arada Remzi ile dans edip arada Denizi kontrol ediyorum. Bir ara birde baktık Deniz dağcı olmuş camdan dışarı çıkmak için önce kablolu tv kutusuna oradan da dökme kalorifere tırmanmış, camdan sarkıyor. (giriş katı ve karşıda arabalar va.r Deniz'in araba manyağı olduğunu söylemiş miydim?) Benim gülmekten koptuğum andı. Sanıyorum 7 çocuktan en meraklısı Deniz, en rahatı Remzi'ydi.
İlk dersimizin ardından Cd'lerimizi alalım giyinelim derken Deniz'i kaybettik. Kapı kapalı, odalarda yok. Ben panik halinde, inanmassınız Remzi'de. Meğer bizimki o an tek kapalı kapı olan depoyu bulmuş, kapıyı açmış , içeri girmiş kapıyı yine kapamış. Birde girdim ki depo da bir sürü oyuncak Deniz akülü bir motorsiklet bulmuş "ınnn ınn" diye inlemekte. Biraz bindirdim. Çıkarken herkese ayrı ayrı el salladık. Arabamıza bindik.
Ders sonu yorgunluk nedeni ile arabaya biner binmez uyuduuu...

19 Eylül 2010 Pazar

Telefon

Küçüklükten beri telefon etmeyi pek sevmem. Bir kez arayınca da hazır aradım konuşayım bari der uzun uzun konuşurum. Zaten Deniz doğmadan öncede evi hiç aramazdım. Evi niye arayayım ki? Kadına yüz yüze söylerdim temizliği, ütüyü, yemeği yapmış yapmamış çok takmazdım ertesi gün yapar neyse der geçerdim.
Şimdi canım evde. Kalbimi bırakıyorum her evden çıkışımda, kolay mı canım oğluşum evde, denizim dünyam... Buna rağmen ilk 11 ay (ilk 6 ay annem evdeydi), öğleden sonraları sadece 1 kere aradım. Uyku saatlerinde aramak, Deniz'i uyandırmak demek olduğu için en erken saat 15.30'da aradım.  Şimdi günde 3 kere arıyorum oğlumu. Her dakka acaba uyanmışmıdır diye saatime bakıyorum. Hatta bazen erken arayıp Münevver'den laf işitiyorum, uyandırdın çocuğu diye. Ne mi değişti?? Deniz. Artık telefonları Deniz açıyor çünkü. Deniz açıyor ve "Alo" diyor. Dünyanın en güzel "alo"su... Dünyam değişiyor birden heryer pembe oluyor, bir serinlik, bir rahatlık geliyor üzerime... İnsan'ın çocuğu olduktan sonra anlıyor bir kelime bile ne çok anlam ifade ediyor insana...

Not: DVD dolar dolmaz alo kaydını facbook üzerinden sizlerle paylaşacağım.

Not2: Bu fotoğraf alakasız ama çok güzel dayanamadım. Cool Deniz.

3 Eylül 2010 Cuma

30 yıl - 17 ay

Yarın 30 yaşıma giriyorum. Uzun zaman 30 yıl, bir sürü anı, acısı tatlısı. 30 yılım dolu dolu geçti, okuldu işti evlilikti derken 28 yıl geçirdim. Ama son 2 yıl ayrı. 30 yılda 2 yıl hatta 17 ay dünyam değişti. Önceliklerim, düşüncelerim, hayata bakışım, sevgi kavramım değişti. Ayrı bir duygusal oldum. Nasıl bir kararmış çocuk yapmak, hayat değiştiren, nasıl bir bebekmiş Deniz... 30 yıldır hayattayım ama son 2 yılım farklı. Artık kalbim kaburgamın içinde değil, Deniz'in üzerinde atıyor. Beynim bana 1 saat çalışıyorsa 23 saat Deniz için çalışıyor. Nasıl geçti 28 yıl Denizsiz bilmiyorum. Bir dakika bile onsuzluğa tahammülüm yok. Eskiden 30lar beni korkuturdu, şimdi 60lar bile sempatik geliyor torunlara bakıcam onları sevicem diye...
Deniz 17 aylık olacak yarın, hergün yeni birşey yapıyor. 17 ayda (518 gün) 518 yeni şey. Sanki 30 yıl değilde 17 aydır hayattayım.
Her geçen gün değişiyor gelişiyor. 2 gün önce evi aradığımda telefonlara Deniz "alo" diye bakmaya başladı. Bugün su şişesini almış arabasının kasasına koymuş, kendince özel birşeyi özel bir yere koymuş oğlum. Normalde "anne" derken işine gelince dudak büküp "annöe" diyip her istediğini elde etmeye başladı şimdiden. Elektrik süpürgesi ile evi hergün süpürme isteği mi desem, dışarıdan matkap sesi gelince bir anda irkilip "annöe" demesi mi. Dondurma isteyen teyzesine, babasının dondurmasını zorla alıp vermesi mi desem, kendi yemek istemediği şeyi acele ile teyzesine vermesi mi. Taklit etmeye bile başladı, "Batu nasıl yapıyo Deniz" diyin görünce gerçek taklit neymiş öğrenin oğlumdan. Aşı oldu dün (ben yoktum yanında) ama hiç ağlamamış. Erkekler ağlamaz ne de olsa :), bunun yanında benim makyaj malzemelerimi alıp yanaklarına sürmeyi de ihmal etmiyor, metropolitan erkeği mi olucak ne! Arkadaşları var şimdiden, bir grubu var, kızlı erkekli tatilden dönünce özlediği, gidip sarılıp öptüğü.. Mert, Cem, Beliz, Duruşah, Eren, Nehir.... Hergün sözleşip buluşuyor şimdiden kankalarıyla, sabah 10.00-12.00 akşam 17.00-18.30.
Ben 30 yaşına gelmişim bişey mi? Hergün bir mucize oluyor artık bizim evde, konu benim 30 yaşına gelmem değil artık Deniz'in 17 aylık olması. "Acaba bugün ne yapacak Deniz?" bundan sonraki 30 yılın özeti de bu artık galiba...

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Deniz Güneş Kum

Denizle denizde... Başlık konusunda kararsız kaldığım için böyle başlayayım dedim.. Aslında 16 ayın yorgunluğunu atacağımızı düşündüğümz uzun tatilimiz (9 gün) geçen haftaydı.. Bu Denizimiz ile 3. deniz tatiliydi.. 16 aylık olmanın verdiği olgunlukla denizi anladı kavradı girdi. Hatta önce ayağını soktu "uufff" dedi bi titredi ardından tüm vücudunu sokarak soğuğa dur dedi. (gerçi deniz 30 derece vardı) Simidine kuruldu, ona yapılan maskaralıklara güldü. Denizden en çok taş çıkaranı ennn ama enn çok sevdi. (Dayı ile Baba yarıştılar bu konuda) İlk günler denizde anneciydi.. "Anne annee anne" diye bağırdı. Üçüncü günden sonra favorisi babaydı. Son günler herkesle oynadı. Kumdan kaleler yapma konusunda baba ile dayı yarışırken o olaya tepkisiz kalıp taş attı.. Belkide oğluşum hiç kale göremediği için yaptıklarına anlam veremedi.. Genelde anne baba ve dayı arasındaki çıralı, yok adrasan, hayır hayır sülüklüye gidelim karmaşasından arabaya biner binmez uyudu...

Denizle evde... Evde 10 kişinin kalabalıklığından son derece memnundu.. İlk gün kısa bir yabancılığın ardından herkesi gidip gelip öptü... Anneanneyi peşinden az gezdirmedi. Ama en çok dayı ile anlaştı. Öyle ki dayıyı elinden tutup klimalı odaya götürdü bu da yetmiyomuş gibi üçüncü istemiyoruz diye kapıyı arkadan gelenin suratına çarptı. Terasa koyduğumuz havuza sabah akşam demedi daldı çıktı.. Arada havuzu sulamayı da ihmal etmedi. (merak etmeyin her sulama sonrası su değişti). Bu kalabalığa ilgiye rağmen uykusu gayet düzenli ve güzeldi. Sabah kalkış anneannenin koynunda bir saat eğlence kahvaltı deniz, duş, ardından toplu kahvaltıda domates yiyiş, biraz havuz keyfi sonra uyku, yemek ve yakın koylara araba ile gidiş akşam 7'ye kadar deniz keyfinden sonra ev banyo , yemek ve uyku... Her günü bu düzene uyarak geçti.
Ev kalabalık konuşan çok olunca kelime haznezi genişledi. Lal (lale), Caaa (can), Baa (bahar), ayded (aydede)...
Her an arkasından birinin geleceğini bilerek dur durak bilmeden koştu coştu karıştırdı... Ama en çok baş parmağını kaldırıp "ı" dedi. (türkçe anlamı:bu ne) günde 100 belki 200 kere...
Deniz: ı, Diğer: lamba
Deniz: ı , Diğer: havuz
Deniz: ı, diğer: aydede
Deniz: ı, diğer: masa
Deniz: ı, diğer: salıncak......
Eline kabloyu alıp herkesi kovaladı, kovalarken kablo biryerimize değince elektrik çarpmış takliti yaptık bayıldı katıla katıla güldü. Son 2 gün bu oyunla Can'ı odadan odaya kovaladı.

Uykusu gelince bana gelip "anne" demesi ise hayatımda duyduğum en güzel sesten en güzel kelimeydi.. Yağlarım eridi, içim gitti, zevkten mest oldu. Birde "anne" derken sarılıp öperse sanırım yeryüzündeki cennete ayak basmış oldum birkaç saniye...

10 Ağustos 2010 Salı

Denizden Anneye

Deniz'in anneden anladığını yazıya döküp ölümsüzleştirmek istedim. Ne de olsa kısa bir süre sonra Deniz'in kalbindeki tahtından alaşağı edileceğim. (cebren ve hileyle ya da gayet istekli bir şekilde bizim geline kalmış o. Süreden kasıt; yıllarla ölçülebilen bir süre ama bir anne için bu kısa bir süre...
Doğduğu an, ilk emzirişim, ilk bez değiştirmem, ilk kucakta uyuyuşu, ilk ağlaması, hastaneden çıkışımız, yenidoğan sarılığı, topuk testi hatası, her hafta kan vermemiz, yenidoğan sarılığında hastanede kalmamız, çaresizliklerimiz, emzirme seanslarımız, ilk banyosu, aşıları, göbeğinin düşüşü, uyku öncesi ritüelleri, 40. günü, ilk yolculuğumuz, Deniz'in deniz ile buluşması,ilk öksürük, ilk sesler (ki annemle karşılıklı ağladık), ilk dönme,süt sağmalar (hergün),  ek gıdaya başlayış ya da başlayamayış,ilk hastalık, sebze çorbaları, çorbalı köfteler, ilk diş, yoğurt mayalamalar, emekleme, sıralama, taytay durma, diş hediği, ilk kelimeler, el sallamalar, yürüme, Denizsiz kocayla ilk sinemaya gidiş (10 aylıktı anneanneye bıraktık), uykusuz geceler, ilk uçak yolculuğu, üçlü ilk tatilimiz, yaşgünü, annesiz yatmam demesi,Denizsiz 2. sinemaya gidiş (13 aylık işten kaçtık ama piskolojik olarak hep aynı suçluluk duygusu), ilk ve hep anne demesi,  motor-bisiklet daha doğrusu tekerleği olan herşeye hayranlığı, sarılmaları, öpmeleri, kedi taklitleri aman tanrım daha aklıma gelmeyen onlarca şey o kadar güzel ki Deniz'in geçen şu 16 ayındaki duygularımı anlatmaya kelimeler yetmez...
Deniz'in gözünden ise dünya daha farklı daha basit...

Anne: Emzirmeye yarayan varlık.
İlk zamanlar sürekli, şimdi uykuya dalmak için kullanıyorum seni, itiraf ediyorum rahatladın mı? Kokunu seviyorum ama. Hava sıcak, biraz ekşiyo kokun ama olsun ona alıştım. Ben anlamam Dior Jadore'dan,  Noa'dan. Sürme onları senin kokunu seviyorum ben... Eskiden oluk oluk akardı memelerden süt. Şimdi kanırıyorum kanırıyorum azıcık geliyoo, eskisi kadar verimli değilsin yemeden içmeden mi kesildin ne! tatlı ye biraz, bol da süt iç... Zaten artık pompanın sesi de gelmez oldu kulaklarıma. Bıraktın saldın sen bu süt işini bozuluyorum bilesin. İlk aylar ayrılmadın yanımdan 4. aydan sonra haftada 2-3 gün 3-4 saat kaybolmaya başladın. Bu aralar beni öğle uykusuna yatırıp kaçıyosun fark etmiyo değilim ama çok yoruluyorum sabahları dayanamıyorum; beni dinle, yat yanımda gitme.. Dedim ya o kokunu bile seviyorum senin... Akşamları parkta karşılaşıyoruz beni bırakıp parkta oyun mu oynuyosun yoksa?? Ayrıca seni görünce aklıma hemen süt geliyo nolur parkta emzirsen! Alışveriş yapmanı sevmiyorum! Sürekli oynayalım, evde iş de yapma... Ne ayak bilgisayar başında renkli renkli çizgiler çiziyosun anlamıyo muyum oyun oynadığını sanki!!! Zaten anneannem gelsin anlatcam yaptıklarını... Dur dur diye bağırmalarını unuttum, yedim, yuttum sanma... Annecim gücüne gitmesin ama herşeyi tek tek on defa söylemene gerek yok anlıyorum. Uydurma şarkılarını seviyorum ama biraz cırtlaksın kabul et! Babamı öpünce nasıl kıskanıyosun ama fark etmiyorum sanma :) ama onu da çok seviyorum gerçi senin kıskanmanı daha çok seviyorum ama. Bir de gece niye sen büyük yatakta ben küçücük yatakta yatıyorum. Bende büyük yatakta yatıcam. Yiyosa babam yatsında göreyim benim yatakta! (senin yatmışlığın var bişey diyemedim sana) Bulutmuşda, yıldızmış, ay dedeymiş, şirinlermiş yok canım annem küçük o yatak küçüüükkkk.. Birde anne diyince ne istersem yapıyosun fark etmedim sanma... Annecim okuma bilmediğini de fark ettim ama sana bişey diyemedim resimlere bakıp bakıp uyduruyosun bişey demiyorum ama 30 yaşına geldin geliştir biraz kendini...

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Anne-Oğul 1. Raund

Zaman geçiyor Deniz büyüyor. Ben her anın tadını çıkarmaya çalışıyorum. Bazen Deniz'e kızınca içimden bu anı çok özleyeceksin çok ah edeceksin bile diyorum.  Gerçi Deniz çok keyifli bir bebek insanı çileden çıkardığı olmuyor genelde benim huysuzluğum oluyor aslında... Şimdiden anne oğul ilişkisinde olgun taraf oğlum.
Dün akşam uyku öncesi masaj yapayım dedim; aldım yağı elime ellerimi yağladım. Tam yağı kenara koydum derken kaşla göz arasında yağı al yatağa bocaladı. Hatalı ben olmama rağmen dayanamadım, verecek tepki bulamadım ya da bişey yapamadım ve bir kaç kere "DUR DUR" diye bağırdım oğluma. Neyse bu karışıklıkta babamız geldi ve Deniz'i salona götürdü. Deniz salonda "dur dur" diyormuş. Ben ortalığı topladım, içeri gittim Deniz'i uyutmak için aldım bir de baktım bana başparmağını kaldırmış "dur" diyor. Aman tanrım dedim içimden ne kadar etkileniyor. Yatakta başka tatlıydı, sinirlendiğimi anlamış alttan alıyo, sarılıyo, öpüyo... (O ara hala sinirliyim ve tam yorumlayamıyorum olanları.) Kısa bir sürede uyudu zaten. İçeri gittim Remzi ile konuştuk aman tanrım dedim hiç farkında değilim ne kadar etkilendiğinin. Hani ben böyle olmayacaktım hani hiç oğluma kızmayacaktım! Deniz'in tepkisini bile anlayamayacak kadar kendimden geçmişim.
Tabi bende bir duygu boşalması... Sonra gittim uyurken sarıldım, öptüm, kokladım, özür diledim umarım affedilmişimdir.
Bu Deniz'e ilk kızışımdı. Cıslar, aman dokunmalar, annecim yapmalar sayılmaz. Onlar uyarıydı. Başına bişey gelmesin sonra tekrarlamasın diyeydi. Bu ise başka bişeydi, 01.08.2010 ilk kızgınlık ilk öfke...

22 Temmuz 2010 Perşembe

Her şeyi anlıyor

Siz beni ne sanıyorsunuz be?


Hani derler ya bebekler herşeyi anlarlarda ilk başta tepkilerini belli etmezler diye. (Aslında bunu ben şimdi uydurdum, kimsenin böyle bir şey dediği yok.)

Sanırım 6-7 aylık falandı, doktoru Yıldız Hanım'a gittiğimizde;

Biz Deniz'e kahvaltı verdik yemiyo demiştik, o da bize Deniz yemeği çok sever dedikten sonra kulağımıza;

olumsuz konuşmayın, anlıyor bebekler olumsuz konuşmaları demişti de çok inanasım gelmemişti.

Bir iki ay sonra Ankara'ya gittiğimizde ananesinin memesinden eliyle mama almaya çalıştığında epey bir şaşırmıştık.(Sadece alsa neyse bir de elinde bir şey olmadığı halde yiyormuş numarası yapma var ki oh oh oh) Kimse de kendisine böyle bir şey öğretmemişti. Kısa süreli şaşkınlığımız uzun süreli bir memeden mama alma oyununa dönüşmüştü. 2-3 ay devam ettik böyle.

Şu an tam hatırlamadığım dönemlerinde lamba, saat ve burun gördüğümüz zaman heyecanlanma ve ö ö demekle geçen hayatımız, televizyon izlemediği halde televizyonun kumandadan açıldığını öğrenmeler, bilgisayarın usb girişine flash disk takmalar gibi aktivitlerle geçerken bizde her anne baba gibi her şeyi anlıyor bu çocuk demeye başlamıştık.



Ne yazık ki "her şeyi anlıyor" geçen gün sona erdi. Ailecek küçük odadaydık, Deniz sevdiği elektronik eşyalardan biri olan printer'la oynayıp, vuuv vuuv yapıyordu. Bizde Başak'la muhabbet halindeydik. Deniz'in gün içerisinde yaptığı yaramazlıklardan ve akşam erken yatması gerektiğinden bahsediyordu Başak, bende banyo yaptırırız, yatırırız o zaman hemen dedim. Akabinde Deniz'in printer'ı bırakmasıyla odayı terk etmesi bir oldu. Bende arkasından tabi. Direkt banyoya giden Deniz efendi, duşakabini açıp bana ö ö dedi. Lan sen anneyle babayı mı dinliyorsun?


Demek ki artık çocuklar duymasın vakti gelmiş, mutfağa Başak.


Yakın zamanda gelip ben bu pantalonu giymeyeceğim, bu çorap bu tişörtle daha uyumlu değil mi derse şaşırmam, oha demem.



19 Temmuz 2010 Pazartesi

Yolla başlar düzenle bitiririm

Deniz henüz 15 aylık dolayısı ile uzun yola her gidişi onun için olduğu kadar bizim içinde endişe verici, ilginç ve merak uyandıran seferler oluyor. Yolculuklarımızda şimdiye kadar genelde araba olmak üzere arada bir de uçak kullanıyoruz. Deniz ile araba yolculuğu anneden ve babadan (ikimizde tırtız bu konuda) aldığı kötü genetik nedeni ile genelde yani uyanıksa mide sorunları ile geçiyor. Ya da bizde geçecek korkusu yaratıyor. Gerçi ilk uzun yolculuğumuz Eylül 2009 inanılmaz başarı ile atlatılmıştı ama o zamanlar Deniz sadece anne sütü alıyordu. O yolculukta bile son 2 saatte sürekli ağlamış elimiz ayağımız birbirimize karışmıştı.

Daha sonraki yolculuklarda bebek araba koltuğuna her bindiğinde ağlayıp kıyametleri kopararak özellikle yanında oturanı (ben) inanılmaz strese sokuyor. Bu nedenle şehir içinde bile arada Remzi ile yer değiştiriyoruz. Araba yolculuklarımız bu kadar sorunlu olunca Deniz ile uzun yol araba yolculuğu özellikle benim için bir korkulu rüya. Dolayısı ile genelde şehir içinde takılıp tatil zamanlarında hızlı bir ulaşım aracı ile yolculuğu tercih ediyoruz.

Geçen hafta ise Remzi'nin aylardır bitmek bilmeyen abla hasretine artık dayanamayıp tamam haydi düşelim yollara dedim. Dedim ama içimde bir panik bir sıkıntı... Neyse ayarlar yapıldı sabah yola çıkılmadı saat 11.30-12 beklendi ki Deniz yorgun düşsün arabada uyusun. Araba yol için hazırlandı derken yola çıktık. Yukarıda anlatığım olumsuzluklardan sonra ne beklersiniz 1.5 saatlik Gölcük yolculuğumuzun kabus olmasını di mi? Hayır Deniz arabaya bindi 5 dak. içinde uyudu. Halasına gitti kapıda uyandı. Ya Başak o zaman ne bu velvele al çocuğu uykusunda heryere götür diyorsunuz ama olmuyo işte öyle. Biraz şans biraz "düzen" Deniz'i yetiştirirken hayatımızın birinci kuralı aynı saatlerde aynı şeyleri yapmak burada işe yaradı. Gelelim gezdiklerimiz gördüklerimiz kısmına, tüm kardeşler Gölcükte birleşip voltranı oluşturduktan sonra kuzenler kaynaştı, oyunlar oynandı, piknikler yapıldı. Kısacası çoluklu çocuklu bir haftasonu geçirdik. Deniz açısından ise henüz çocuklardan hoşlanmıyor, ilginin sürekli kendinde olmasını istiyor bu nedenle sürekli bi oyun peşinde halanın, eniştenin, amcanın , yengenin gözünün içine baktı tüm tatil boyunca. Onlarda saolsunlar Denizle maksimum ilgilendiler. Sosyalleşme adına iyi bir haftasonu olmasına rağmen düzen adına kötü bir haftasonu geçirdik. Yemek sorunumuz hat saftadaydı. Akşam banyomuzu yapmamıza rağmen hayatında ilk defa 23.30 da (deniz akşamları, kışın 8 civarı yazın 9 civarı uyuyor.)uyudu. Bu kadar geç uyumasına rağmen sabah saat 6.00 da kalktı. Uyku konusunda hala gece sıkça emmek için kalktığı için o kısmı yazmıyorum bile.. Pazar gününe bitik başladık. Öksürüğümüzü tam atlatmışken vücut yorgun düştüğü ve ilacımızı yanımızda getirmediğimiz için tekrarladı. İşte bu nedenlerden ötürü düzen hayatımızda şu sıralar 1. sırada. Bizde bu bitmişliğe dayanamayıp saat 11 de tekrar çıktık yola. Yol kısmı o yorgunlukta hisedilmedi bile nerdeyse üçümüzde uyuduk yolda :)

Deniz evine gelince farkedilebilir ölçüde rahatladı, hatta uykusuna bile bir kaç saat devam etti.

Sonuç olarak Denizle yolculuk rahat geçse de düzen bozulduğu için anne babada stres ve yorgunluk çocukta uykusuzluk ve açlığa neden oluyor. Belki düzensizlik düzenimiz olsaydı bu olmazdı ama buna da benim yapım hiç uygun değil. Yıllık iznimizin 1. kısmını iple çekerken, yolculuk fobim artarak devam ediyor. Tek tesellim uzun yolculuklarda düzeni oluşturmak daha kolay..

Not: Ben Remzi'nin eve geldiği andan gece yatana kadar sürekli uzanmasını hep eleştiririm. Bu yolculuktan anladım ki bu genetik bir durummuş ve yaş ilerledikçe artıyormuş... :)

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Hastalık

Tanıyanlar bilir, öyle çok pipirik bir insan değilimdir, biraz rahat davranırım hayata karşı. Hayat da kimi zaman böyle davranmam için fırsatlar veriyor bana, evim, ailem,işim gibi. Belki seçimlerim bu yöndeydi, birileri de gerçekleşsin diye arkadan itiyordu. Küçük engellerde bu itici kuvvet iyiydi, lakin kaya çıkınca önüne tosluyorsun işte.

Deniz, tahminim anne sütünden de kaynaklı, öyle çok hastalanan bir çocuk değil şimdilik.(Gözünüz götüme) Geçen yaz bir öksürük olayı yaşandı, uzunda sürdü ama ben onu hastalık saymadım, rahat insanım ya. Kış da makul değerlerde geçti derken, mayıs ayının bir akşamı yüksek ateşle uyanma, bende de harareti başlatan ilk adım oldu. Hemen ilk yardım eğitimlerinin yardımıyla, sağdan soldan duyduklarımızla, ılık duşa girip, Deniz'e sirke sürmeden ateşini bir nebze düşürdük. Gecenin heyacanıyla ben ateşi 39.9 anlarken ölçülen değer 39.5'di. Bende hissedilen ise 45,2.

Ertesi gün doktor ziyaretleri, bir calpol bir ibufen derken ateşi kontrol altında tutmayı öğrendik. (Bu arada ibufen calpol'ü çok fena döver)Babadaki ateş ise Dr Yıldız Perk'in 3 hastalık önerisi ile bir nebze normale döndü. Ta ki akşam biz kendimize çok güvenip, ilaçları kesene kadar. Gece duş seansları, Deniz'in yatakta bir anneye bir bana devrilmesi ile babanın kalbinin x2 tıkla atması birdir.

Vesselam 3 gün sonunda düşen bir ateş ve ilk ciddi hastalığımız, hayatın artık bana "çocuktur ateşi bir çıkar bir düşer" dedirtmediğini gösterdi.

Dün ise öksürüğümüz başladı. Muhtemelen her babanın en çok sevdiği pozisyonlardan biridir, çocuğu uyurken omuzunda taşımak. Kafasını omuza koyup bir de koluyla sararsa, baba bulutlardan ne zaman indiğini ancak çocuğu yerine koyduğu zaman anlar.



Deniz'de annesi ile önce bizim yatakta yattığından kendi yatağına taşıma işini her akşam, işte bu coşkuyla yaparım. Fakat geceye 4 öksürük ile başlayan Deniz, hırıltılı nefes almayla devap edip, birde horlamayla karışık inleme ve böğürmeyle uykusuna devam edince, taşıma su ile değirmen dönmedi. Yanına yaklaştığım 2 denemede de hemen uyanarak, ağlayarak anne çağrıldı. Dün akşam beni bu taşımadan mahrum bırakan öksürük daha sonrasında bende "acaba ciğere inmiş midir?" sorusunu beynime soktu. Diyemedim ki kendime niye ciğere insin, işi gücü yok mu bu öksürüğün diye?
Bu sebeple öksürük, ateş size söylüyorum; uzak durun Deniz'imden. Kuruntu ailesi, pipirik Necmi sizde benden.

6 Temmuz 2010 Salı

Kedi-TV-Dondurma

Minik oğluşum hayata yeni başladığı için hergün yeni birşey görüyor, öğreniyor ya da yiyor. Her deneyimini izlemek ayrı keyif... Deniz biraz da mimikli bir bebek olduğu için onda yenilikler daha şaşalı oluyor. (ya da bana öyle geliyor) İlk kedi gördüğü anı unutmam eliyle kediye gel gel yapışı, ben pisi pisi diyince tekrarlamaya çalışırken bir yandan da kediye ulaşmak için olanca çabasıyla beni itişi, gözlerini kısışı hepsi gözümün önünde... En sonunda şirinliklerine dayanamayıp kediyi sevmesine izin verdim ama bir iki tüyünü elledikten sonra kuyruğunu çekti. Neyse ki kedi verdiğimiz sütü içtiği için bir taşkınlık yapmadı yoksa başımıza gelebilecekleri düşünmek bile istemiyorum. Bu kedi arkadaş ilerleyen 3-5 kez daha bizim kapıya geldi sütünü içti. Deniz'in yakın ilgisi ile şımardı. Sonraları, benle Remzi'nin de kediye ilgisi düşünülürse, her hafta sonu sitede kediler bulundu yemekler verildi Deniz'e gösterildi derken şimdi kedi manyağı bir çocuk oldu. Hatta bugün ilk kez bir çizgi film izlerken Tv'de en ilgisini çeken şey yine kedi oldu. Kedi görünce şimdilerde gözünü kısıp bir miyav demesi var ki hayatımda böyle tatlı birşey görmedim. Kedi ile ilgi maceralarımız sanırım ilerleyen günlerde de bu bloga konu olur.
Biz tekrar ilklerimize dönelim. Deniz'e TV evimizde ve nazımızın geçtiği yerlerde hiç, diğer yerlerde de kendi ilgilenmediği için izletmiyoruz ve buna özen gösteriyoruz. Geçen gün Levent Bey'le konuşurken arada çizgi film izlet tepkisini ölç diyince Deniz'e uygun bir cd alıp bugün ilk kez denedim. İlk TV'sini bugün toplam 10 dakkika olmak üzere başta TV başında, sonra benim kucağımda izledi. Müziklerini sevdi, oradaki çocuğun kedisine bayıldı. Çizgifilmin ismi Caillou galiba. Bir insanın ilk TV izlemesine şait olmak ne entersan bişey. Bi ekrana bakıyo, bi dvd playera, bi bana. Vesselam çabuk kavradı ama... Kediye yine pisi pisi müziklerde eller kıvrıldı, işte ilk 10 dakika böylece geçti.

Dünse yani 05.07 (pazartesi) akşam denize yemek yedirirken tatlı krizine girip buzdolabından kendim için bir dondurma çıkardım fakat yarısına gelmeden Deniz çığlık çığlığa dondurmayı isteyince nasıl olsa beni emiyo mikrobumuz aynı diyip dondurmayı yalattım ama yalayıp tadını alınca eline almak istedi eline alınca siz düşünün bizim pisliğimizi heryer yapış yapış ama izlemesi de bi o kadar keyifliydi. Dolayısı ile mutfağı-mama sandalyesini silerkende, ortalığı toplarkende, Denizi yıkarkende hep yüzümde aman ne keyifle yedi tebessümü vardı. Vallaha tahtası neredeyse tertemizdi ilk denemede bence bu başarı. Dondurmacı oğlum benim ağzını da şapırdattı (kime çektiyse artık :) )
İşte Deniz'in ilk dondurması ve o keyif anları.... (Ben aşağı bir video koydum. Bloga bakınca bende çıkmıyo ama ekte de var görünüyo yeniyim yardım edin sorun ne?)


5 Temmuz 2010 Pazartesi

Deniz ve Müritleri

Deniz blogumuzun kahramanı, neşe kaynağımız biricik oğlumuz.

Doğum tarihi: 04.04.2009 (kendisi beklenen tarihten tam 1 ay önce doğdu, zor ve sancılı tam 17 saatlik sancılar ardından dünyaya geldi.)
Doğum yeri: Florance Nigtingale Gayrettepe Hastanesi (bebek hemşireleri tek kelime ile süper)
Doğum Doktor: Prof. Dr. Levent Şentürk (kesinlikle tavsiye ederim bir numara bence)
Deniz Doktor: Prof. Dr. Yıldız Perk (mama almadan emmesinde sağlıklı beslenmesinde ve hala anne sütü almasında büyük katkısı var)
Deniz efendi 15. ayını yeni dolduran, yaramaz, bıcırık, komik, yürüyen hatta koşup tırmanan, anne dışında kendine gerekli kelimeleri söyleyen ya da kendini ifade eden, annesine BA diye seslenen şirin bir yavrucaktır. Hala emdiği için kendisini genellikle küçük dana denmektedir.


Başak Deniz'in annesi. Bu blogda yazılarımla size Deniz-Başak-Remzi üçgeni hakkında bilgiler verecek kişi. İnsanın kendisini anlatması zor dolayısı ile yarışma formatlarından bir alıntı ile özet geçiyorum. -Özel sektörde çalışıyorum. Evliyim bir çocuk annesiyim.-



Remzi Deniz'in babası. Umuyorum babamızda blogda yazar olarak yer alacak. Olaylara baba gözü ile bakacak ve duygularını paylaşacak. Kendisi laf cambazıdır. Yazılarının çok reyting lacağı ve oğlunun gurur kaynağı olacağından eminim.

Münevver Deniz'in bakıcısı. Yardımcımız. Evde oğlumuzu emanet ettiğimiz güvendiğimiz varımızı yoğumuzu emanet ettiğimiz, arada delirdiğimiz arada ama doğduğundan beri yanında kendi oğlu gibi bakıyor dediğimiz kişi.

Deniz'in hayatında bu 3 başrolden başka sırası ile her ay 1 hafta gelen anneannesi ile teyzesi, yardıma ihtiyacımız oldukça koşan büyük teyzesi, dedeleri, babaannesi, amcası, yengesi, kuzenleri, Ayşen-Erdem-Nisan-Güney (kuzenler devam), büyük anneannesi-dedesi, dayısı, büyük amcası-teyzesi, anne-baba arkadaşları yeralmaktadır. (Atladıklarım varsa affola, mesaj atın sizler için ayrı yazılar yazayım)

4 Temmuz 2010 Pazar

Deneme bir iki

Merhabalar,
Denizim'in blogu ile artık karşınızdayım. Elimden geldiğince, dilim döndüğünce Deniz'li hayatımızı paylaşacağım burada... Zaman geçtikçe unutulmasın anılar, Deniz büyürken gözümüzden kaçmasın detaylar işte bu blogun amacı budur. Burada beyan ediyorum.
Denizimin 15 aylık olduğu bu gün yani 04.07.2010 tarihinde açmaya karar verdim bu blogu, ilerde okusun utansın annesinden istedim.
İlk yazım, acemiyim, kısa ve öz olsun bu seferlik.
Bir sonraki yazımda Deniz'i ve Deniz'in hayatındaki başrolleri tanıtacağım.
Şimdilik benden bu kadar...