22 Temmuz 2010 Perşembe

Her şeyi anlıyor

Siz beni ne sanıyorsunuz be?


Hani derler ya bebekler herşeyi anlarlarda ilk başta tepkilerini belli etmezler diye. (Aslında bunu ben şimdi uydurdum, kimsenin böyle bir şey dediği yok.)

Sanırım 6-7 aylık falandı, doktoru Yıldız Hanım'a gittiğimizde;

Biz Deniz'e kahvaltı verdik yemiyo demiştik, o da bize Deniz yemeği çok sever dedikten sonra kulağımıza;

olumsuz konuşmayın, anlıyor bebekler olumsuz konuşmaları demişti de çok inanasım gelmemişti.

Bir iki ay sonra Ankara'ya gittiğimizde ananesinin memesinden eliyle mama almaya çalıştığında epey bir şaşırmıştık.(Sadece alsa neyse bir de elinde bir şey olmadığı halde yiyormuş numarası yapma var ki oh oh oh) Kimse de kendisine böyle bir şey öğretmemişti. Kısa süreli şaşkınlığımız uzun süreli bir memeden mama alma oyununa dönüşmüştü. 2-3 ay devam ettik böyle.

Şu an tam hatırlamadığım dönemlerinde lamba, saat ve burun gördüğümüz zaman heyecanlanma ve ö ö demekle geçen hayatımız, televizyon izlemediği halde televizyonun kumandadan açıldığını öğrenmeler, bilgisayarın usb girişine flash disk takmalar gibi aktivitlerle geçerken bizde her anne baba gibi her şeyi anlıyor bu çocuk demeye başlamıştık.



Ne yazık ki "her şeyi anlıyor" geçen gün sona erdi. Ailecek küçük odadaydık, Deniz sevdiği elektronik eşyalardan biri olan printer'la oynayıp, vuuv vuuv yapıyordu. Bizde Başak'la muhabbet halindeydik. Deniz'in gün içerisinde yaptığı yaramazlıklardan ve akşam erken yatması gerektiğinden bahsediyordu Başak, bende banyo yaptırırız, yatırırız o zaman hemen dedim. Akabinde Deniz'in printer'ı bırakmasıyla odayı terk etmesi bir oldu. Bende arkasından tabi. Direkt banyoya giden Deniz efendi, duşakabini açıp bana ö ö dedi. Lan sen anneyle babayı mı dinliyorsun?


Demek ki artık çocuklar duymasın vakti gelmiş, mutfağa Başak.


Yakın zamanda gelip ben bu pantalonu giymeyeceğim, bu çorap bu tişörtle daha uyumlu değil mi derse şaşırmam, oha demem.



19 Temmuz 2010 Pazartesi

Yolla başlar düzenle bitiririm

Deniz henüz 15 aylık dolayısı ile uzun yola her gidişi onun için olduğu kadar bizim içinde endişe verici, ilginç ve merak uyandıran seferler oluyor. Yolculuklarımızda şimdiye kadar genelde araba olmak üzere arada bir de uçak kullanıyoruz. Deniz ile araba yolculuğu anneden ve babadan (ikimizde tırtız bu konuda) aldığı kötü genetik nedeni ile genelde yani uyanıksa mide sorunları ile geçiyor. Ya da bizde geçecek korkusu yaratıyor. Gerçi ilk uzun yolculuğumuz Eylül 2009 inanılmaz başarı ile atlatılmıştı ama o zamanlar Deniz sadece anne sütü alıyordu. O yolculukta bile son 2 saatte sürekli ağlamış elimiz ayağımız birbirimize karışmıştı.

Daha sonraki yolculuklarda bebek araba koltuğuna her bindiğinde ağlayıp kıyametleri kopararak özellikle yanında oturanı (ben) inanılmaz strese sokuyor. Bu nedenle şehir içinde bile arada Remzi ile yer değiştiriyoruz. Araba yolculuklarımız bu kadar sorunlu olunca Deniz ile uzun yol araba yolculuğu özellikle benim için bir korkulu rüya. Dolayısı ile genelde şehir içinde takılıp tatil zamanlarında hızlı bir ulaşım aracı ile yolculuğu tercih ediyoruz.

Geçen hafta ise Remzi'nin aylardır bitmek bilmeyen abla hasretine artık dayanamayıp tamam haydi düşelim yollara dedim. Dedim ama içimde bir panik bir sıkıntı... Neyse ayarlar yapıldı sabah yola çıkılmadı saat 11.30-12 beklendi ki Deniz yorgun düşsün arabada uyusun. Araba yol için hazırlandı derken yola çıktık. Yukarıda anlatığım olumsuzluklardan sonra ne beklersiniz 1.5 saatlik Gölcük yolculuğumuzun kabus olmasını di mi? Hayır Deniz arabaya bindi 5 dak. içinde uyudu. Halasına gitti kapıda uyandı. Ya Başak o zaman ne bu velvele al çocuğu uykusunda heryere götür diyorsunuz ama olmuyo işte öyle. Biraz şans biraz "düzen" Deniz'i yetiştirirken hayatımızın birinci kuralı aynı saatlerde aynı şeyleri yapmak burada işe yaradı. Gelelim gezdiklerimiz gördüklerimiz kısmına, tüm kardeşler Gölcükte birleşip voltranı oluşturduktan sonra kuzenler kaynaştı, oyunlar oynandı, piknikler yapıldı. Kısacası çoluklu çocuklu bir haftasonu geçirdik. Deniz açısından ise henüz çocuklardan hoşlanmıyor, ilginin sürekli kendinde olmasını istiyor bu nedenle sürekli bi oyun peşinde halanın, eniştenin, amcanın , yengenin gözünün içine baktı tüm tatil boyunca. Onlarda saolsunlar Denizle maksimum ilgilendiler. Sosyalleşme adına iyi bir haftasonu olmasına rağmen düzen adına kötü bir haftasonu geçirdik. Yemek sorunumuz hat saftadaydı. Akşam banyomuzu yapmamıza rağmen hayatında ilk defa 23.30 da (deniz akşamları, kışın 8 civarı yazın 9 civarı uyuyor.)uyudu. Bu kadar geç uyumasına rağmen sabah saat 6.00 da kalktı. Uyku konusunda hala gece sıkça emmek için kalktığı için o kısmı yazmıyorum bile.. Pazar gününe bitik başladık. Öksürüğümüzü tam atlatmışken vücut yorgun düştüğü ve ilacımızı yanımızda getirmediğimiz için tekrarladı. İşte bu nedenlerden ötürü düzen hayatımızda şu sıralar 1. sırada. Bizde bu bitmişliğe dayanamayıp saat 11 de tekrar çıktık yola. Yol kısmı o yorgunlukta hisedilmedi bile nerdeyse üçümüzde uyuduk yolda :)

Deniz evine gelince farkedilebilir ölçüde rahatladı, hatta uykusuna bile bir kaç saat devam etti.

Sonuç olarak Denizle yolculuk rahat geçse de düzen bozulduğu için anne babada stres ve yorgunluk çocukta uykusuzluk ve açlığa neden oluyor. Belki düzensizlik düzenimiz olsaydı bu olmazdı ama buna da benim yapım hiç uygun değil. Yıllık iznimizin 1. kısmını iple çekerken, yolculuk fobim artarak devam ediyor. Tek tesellim uzun yolculuklarda düzeni oluşturmak daha kolay..

Not: Ben Remzi'nin eve geldiği andan gece yatana kadar sürekli uzanmasını hep eleştiririm. Bu yolculuktan anladım ki bu genetik bir durummuş ve yaş ilerledikçe artıyormuş... :)

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Hastalık

Tanıyanlar bilir, öyle çok pipirik bir insan değilimdir, biraz rahat davranırım hayata karşı. Hayat da kimi zaman böyle davranmam için fırsatlar veriyor bana, evim, ailem,işim gibi. Belki seçimlerim bu yöndeydi, birileri de gerçekleşsin diye arkadan itiyordu. Küçük engellerde bu itici kuvvet iyiydi, lakin kaya çıkınca önüne tosluyorsun işte.

Deniz, tahminim anne sütünden de kaynaklı, öyle çok hastalanan bir çocuk değil şimdilik.(Gözünüz götüme) Geçen yaz bir öksürük olayı yaşandı, uzunda sürdü ama ben onu hastalık saymadım, rahat insanım ya. Kış da makul değerlerde geçti derken, mayıs ayının bir akşamı yüksek ateşle uyanma, bende de harareti başlatan ilk adım oldu. Hemen ilk yardım eğitimlerinin yardımıyla, sağdan soldan duyduklarımızla, ılık duşa girip, Deniz'e sirke sürmeden ateşini bir nebze düşürdük. Gecenin heyacanıyla ben ateşi 39.9 anlarken ölçülen değer 39.5'di. Bende hissedilen ise 45,2.

Ertesi gün doktor ziyaretleri, bir calpol bir ibufen derken ateşi kontrol altında tutmayı öğrendik. (Bu arada ibufen calpol'ü çok fena döver)Babadaki ateş ise Dr Yıldız Perk'in 3 hastalık önerisi ile bir nebze normale döndü. Ta ki akşam biz kendimize çok güvenip, ilaçları kesene kadar. Gece duş seansları, Deniz'in yatakta bir anneye bir bana devrilmesi ile babanın kalbinin x2 tıkla atması birdir.

Vesselam 3 gün sonunda düşen bir ateş ve ilk ciddi hastalığımız, hayatın artık bana "çocuktur ateşi bir çıkar bir düşer" dedirtmediğini gösterdi.

Dün ise öksürüğümüz başladı. Muhtemelen her babanın en çok sevdiği pozisyonlardan biridir, çocuğu uyurken omuzunda taşımak. Kafasını omuza koyup bir de koluyla sararsa, baba bulutlardan ne zaman indiğini ancak çocuğu yerine koyduğu zaman anlar.



Deniz'de annesi ile önce bizim yatakta yattığından kendi yatağına taşıma işini her akşam, işte bu coşkuyla yaparım. Fakat geceye 4 öksürük ile başlayan Deniz, hırıltılı nefes almayla devap edip, birde horlamayla karışık inleme ve böğürmeyle uykusuna devam edince, taşıma su ile değirmen dönmedi. Yanına yaklaştığım 2 denemede de hemen uyanarak, ağlayarak anne çağrıldı. Dün akşam beni bu taşımadan mahrum bırakan öksürük daha sonrasında bende "acaba ciğere inmiş midir?" sorusunu beynime soktu. Diyemedim ki kendime niye ciğere insin, işi gücü yok mu bu öksürüğün diye?
Bu sebeple öksürük, ateş size söylüyorum; uzak durun Deniz'imden. Kuruntu ailesi, pipirik Necmi sizde benden.

6 Temmuz 2010 Salı

Kedi-TV-Dondurma

Minik oğluşum hayata yeni başladığı için hergün yeni birşey görüyor, öğreniyor ya da yiyor. Her deneyimini izlemek ayrı keyif... Deniz biraz da mimikli bir bebek olduğu için onda yenilikler daha şaşalı oluyor. (ya da bana öyle geliyor) İlk kedi gördüğü anı unutmam eliyle kediye gel gel yapışı, ben pisi pisi diyince tekrarlamaya çalışırken bir yandan da kediye ulaşmak için olanca çabasıyla beni itişi, gözlerini kısışı hepsi gözümün önünde... En sonunda şirinliklerine dayanamayıp kediyi sevmesine izin verdim ama bir iki tüyünü elledikten sonra kuyruğunu çekti. Neyse ki kedi verdiğimiz sütü içtiği için bir taşkınlık yapmadı yoksa başımıza gelebilecekleri düşünmek bile istemiyorum. Bu kedi arkadaş ilerleyen 3-5 kez daha bizim kapıya geldi sütünü içti. Deniz'in yakın ilgisi ile şımardı. Sonraları, benle Remzi'nin de kediye ilgisi düşünülürse, her hafta sonu sitede kediler bulundu yemekler verildi Deniz'e gösterildi derken şimdi kedi manyağı bir çocuk oldu. Hatta bugün ilk kez bir çizgi film izlerken Tv'de en ilgisini çeken şey yine kedi oldu. Kedi görünce şimdilerde gözünü kısıp bir miyav demesi var ki hayatımda böyle tatlı birşey görmedim. Kedi ile ilgi maceralarımız sanırım ilerleyen günlerde de bu bloga konu olur.
Biz tekrar ilklerimize dönelim. Deniz'e TV evimizde ve nazımızın geçtiği yerlerde hiç, diğer yerlerde de kendi ilgilenmediği için izletmiyoruz ve buna özen gösteriyoruz. Geçen gün Levent Bey'le konuşurken arada çizgi film izlet tepkisini ölç diyince Deniz'e uygun bir cd alıp bugün ilk kez denedim. İlk TV'sini bugün toplam 10 dakkika olmak üzere başta TV başında, sonra benim kucağımda izledi. Müziklerini sevdi, oradaki çocuğun kedisine bayıldı. Çizgifilmin ismi Caillou galiba. Bir insanın ilk TV izlemesine şait olmak ne entersan bişey. Bi ekrana bakıyo, bi dvd playera, bi bana. Vesselam çabuk kavradı ama... Kediye yine pisi pisi müziklerde eller kıvrıldı, işte ilk 10 dakika böylece geçti.

Dünse yani 05.07 (pazartesi) akşam denize yemek yedirirken tatlı krizine girip buzdolabından kendim için bir dondurma çıkardım fakat yarısına gelmeden Deniz çığlık çığlığa dondurmayı isteyince nasıl olsa beni emiyo mikrobumuz aynı diyip dondurmayı yalattım ama yalayıp tadını alınca eline almak istedi eline alınca siz düşünün bizim pisliğimizi heryer yapış yapış ama izlemesi de bi o kadar keyifliydi. Dolayısı ile mutfağı-mama sandalyesini silerkende, ortalığı toplarkende, Denizi yıkarkende hep yüzümde aman ne keyifle yedi tebessümü vardı. Vallaha tahtası neredeyse tertemizdi ilk denemede bence bu başarı. Dondurmacı oğlum benim ağzını da şapırdattı (kime çektiyse artık :) )
İşte Deniz'in ilk dondurması ve o keyif anları.... (Ben aşağı bir video koydum. Bloga bakınca bende çıkmıyo ama ekte de var görünüyo yeniyim yardım edin sorun ne?)


5 Temmuz 2010 Pazartesi

Deniz ve Müritleri

Deniz blogumuzun kahramanı, neşe kaynağımız biricik oğlumuz.

Doğum tarihi: 04.04.2009 (kendisi beklenen tarihten tam 1 ay önce doğdu, zor ve sancılı tam 17 saatlik sancılar ardından dünyaya geldi.)
Doğum yeri: Florance Nigtingale Gayrettepe Hastanesi (bebek hemşireleri tek kelime ile süper)
Doğum Doktor: Prof. Dr. Levent Şentürk (kesinlikle tavsiye ederim bir numara bence)
Deniz Doktor: Prof. Dr. Yıldız Perk (mama almadan emmesinde sağlıklı beslenmesinde ve hala anne sütü almasında büyük katkısı var)
Deniz efendi 15. ayını yeni dolduran, yaramaz, bıcırık, komik, yürüyen hatta koşup tırmanan, anne dışında kendine gerekli kelimeleri söyleyen ya da kendini ifade eden, annesine BA diye seslenen şirin bir yavrucaktır. Hala emdiği için kendisini genellikle küçük dana denmektedir.


Başak Deniz'in annesi. Bu blogda yazılarımla size Deniz-Başak-Remzi üçgeni hakkında bilgiler verecek kişi. İnsanın kendisini anlatması zor dolayısı ile yarışma formatlarından bir alıntı ile özet geçiyorum. -Özel sektörde çalışıyorum. Evliyim bir çocuk annesiyim.-



Remzi Deniz'in babası. Umuyorum babamızda blogda yazar olarak yer alacak. Olaylara baba gözü ile bakacak ve duygularını paylaşacak. Kendisi laf cambazıdır. Yazılarının çok reyting lacağı ve oğlunun gurur kaynağı olacağından eminim.

Münevver Deniz'in bakıcısı. Yardımcımız. Evde oğlumuzu emanet ettiğimiz güvendiğimiz varımızı yoğumuzu emanet ettiğimiz, arada delirdiğimiz arada ama doğduğundan beri yanında kendi oğlu gibi bakıyor dediğimiz kişi.

Deniz'in hayatında bu 3 başrolden başka sırası ile her ay 1 hafta gelen anneannesi ile teyzesi, yardıma ihtiyacımız oldukça koşan büyük teyzesi, dedeleri, babaannesi, amcası, yengesi, kuzenleri, Ayşen-Erdem-Nisan-Güney (kuzenler devam), büyük anneannesi-dedesi, dayısı, büyük amcası-teyzesi, anne-baba arkadaşları yeralmaktadır. (Atladıklarım varsa affola, mesaj atın sizler için ayrı yazılar yazayım)

4 Temmuz 2010 Pazar

Deneme bir iki

Merhabalar,
Denizim'in blogu ile artık karşınızdayım. Elimden geldiğince, dilim döndüğünce Deniz'li hayatımızı paylaşacağım burada... Zaman geçtikçe unutulmasın anılar, Deniz büyürken gözümüzden kaçmasın detaylar işte bu blogun amacı budur. Burada beyan ediyorum.
Denizimin 15 aylık olduğu bu gün yani 04.07.2010 tarihinde açmaya karar verdim bu blogu, ilerde okusun utansın annesinden istedim.
İlk yazım, acemiyim, kısa ve öz olsun bu seferlik.
Bir sonraki yazımda Deniz'i ve Deniz'in hayatındaki başrolleri tanıtacağım.
Şimdilik benden bu kadar...